Buradasın
Anasayfa > Hayat > Türkiye’yi siyasi dil üzerinden tanımaya çalışan biri boğulma hissine kapılabilirdi

Türkiye’yi siyasi dil üzerinden tanımaya çalışan biri boğulma hissine kapılabilirdi

Yerli ve milli… Kimse kusura bakmasın… Fıtrat… Sıkıntı yok… Manidar… Algı operasyonu… Tanıl Bora’nın yeni kitabı ‘Zamanın Kelimeleri’, ‘yeni Türkiye’nin siyasi dilini, bu dilin bize aslında ne anlattığını mercek altına alan bir çalışma. Kitap kısa sürede ikinci baskısını yaptı. Bora ile meclis kürsüsünden, miting meydanlarından çıkıp günlük hayatımıza karışan bu yeni dili konuştuk.

Geçen yıl Uğur Vardan’a verdiğiniz röportajda, Türkiye’de sözün boğulduğundan, entelektüel birikimin küçümsendiğinden bahsetmiştiniz. Tüm bunlara rağmen sözünüzü söylerken yorgun, bıkkın veya umutsuz hissettiğiniz oluyor mu? Ya da bıkkınlığa kapılmamak için bir yönteminiz var mı? 
– Herkes gibi, benim de maneviyatımda inişler çıkışlar oluyor, olmaz mı! Tarık Günersel’den dinlemiştim, Aziz Nesin bazen “İyi misin?” diye sorulduğunda “İyi olmak zorundayım” dermiş. Sebat etmek lâzım, buna inanıyorum, kendime bunu telkin ediyorum. Öteden beri, aktüalitenin günlük seyrinin biraz kıyısında meselelerle uğraşmaya çalışıyorum. Ya da belki aktüalitenin biraz arkasından dolanarak… Bunun da bıkkınlığa karşı bir etkisi olabilir.

Kitaptaki yazıların büyük bölümünü daha önce Birikim için kaleme almıştınız. Kitaplaştırırken motivasyonunuz neydi? Bir dönem konuşulan siyasi bir dili derli toplu kayıt altına almak mı?
– Buna benzer bir saik, evet. Haddimi bilmeliyim, öyle sistematik bir iş değil bu. Denemelerden oluşan bir seçki… Motivasyon deyince, arkadaş ve okur teşvikinin katkısı çok önemli. Bu kelime ‘takibini’ anlamlı bulduğunu, yararlı gördüğünü söyleyen, önerilerde, eleştirilerde bulunan arkadaşların katkısı…

‘Zamanın Kelimeleri’nde 59 başlık var. Yani 59 kelime. ‘Yeni Türkiye’nin sözlüğü bu kadar mı? 
– Yoo, değil tabii. Dedim ya, bu bir seçki. Ara ara devam edeceğim. Geçen haftalarda ‘Beka’ kavramı üzerine yazdım mesela. Ayrıca gözümden kaçanlar olmuştur. Yazacak kıvama getiremediklerim olmuştur. Bir de geçerli siyasi dilin kendi lâfı olmayan, benim bu dili yorumlarken kullandığım bir iki başlık var, onu de eklemem lazım. ‘Kartaca yıkılmalıdır’, mesela.

Neden?
– Bu biliyorsunuz, tarihî bir anekdot. Konu ne olursa olsun, her konuşmada sözü Kartaca ‘tehdidine’ getirip, “Kartaca yıkılmalıdır” diyen şu Romalı senatörle ilgili…  Carî siyasî dil de, hep “Kartaca yıkılmalıdır”larla yürüyor. Acil ve vahim bir ‘tek mesele’ ile, gündemi düzlemek… Evet, bizzat bu siyasetin kendisi de, bir ‘Kartaca’ problemidir. Ama herhangi bir Kartaca’yı yıkmanın veya kuşatmanın tek yolu ve doğru yolu bu mu acaba? Yoksa, inadına gündemi çeşitlendirebilmek mi? Sonunda yine ‘Kartaca’ya bağlansalar bile, çeşitlendirebilmek.

Kitaba alamadığınız, özellikle dışarıda bıraktığınız veya kitabın baskısından sonra aklınıza gelen kelimeler oldu mu? Ben mesela ‘noktasında’yı aradım. Cumhurbaşkanı’nın sıklıkla kullandığı, hükümet temsilcilerinden muhalefete, medyaya, sokaktaki vatandaşa kadar sirayet eden bir kelime. Her yerde, her şey için kullanılabiliyor. 
– İster inanın ister inanmayın, ‘noktasında’yla ilgili birkaç sayfa döküm çıkarttım, aşağı yukarı bir yıldır öyle duruyor! Hep aklımdan geçiyor ama anlamlı bir çerçeveye oturtamadım. ‘Noktasında’ noktasında bir eksikliğimiz oldu, yani, öyle diyelim.

Türkiye’yi siyasi dil üzerinden tanımaya çalışan biri boğulma hissine kapılabilirdi
Tanıl Bora / Zamanın Kelimeleri / İletişim Yayıncılık/ 278 sayfa

Kendinizi Yeni Türkiye’nin dilini kullanırken yakaladığınız oluyor mu?
– Olsa da pek azdır herhalde. Çünkü vallahi dikkat ediyorum! Genel olarak, hiçbir şeyi kalıplaşmış şekliyle söylememeye dikkat ediyorum. En fazla, geçerli kullanımını bozarak kullanırım. Bir çeşit takıntı. Ama savunurum, bilinçli bir takıntı. Genel olarak klişelere karşı tetik durmak gerektiğini düşünüyorum.

Yeni Türkiye’nin siyasi dili dolaşıma ne zaman girmeye başladı? Kitabı okurken son halini Gezi eylemleriyle almış gibi geldi bana. 
– Bir milat düşünmemiştim ama haklı olabilirsiniz. Tabii ki evveliyatı da var. Aslına bakarsanız, ‘eski’ Türkiye’ye uzanan bir evveliyat var, birçok kelimede görülüyor bu zaten. Ama 2013’ten sonra, hem ‘kutuplaşma’, ajitasyon, yüksek tansiyon… Bunların tırmanmasına bağlı olarak, kelimeler taş gibi atılmaya başlandı. Hem de o ara, aslında Gezi’nin de arifesinde, iktidar çevrelerinde, ‘mıntıka temizliği’ aşamasının bitip ‘ihya ve inşa’ döneminin başladığına dair bir söylem kendini duyurmaya başlamıştı.

Kitaba aldığınız kelimelerin her biri, toplumun farklı kesimleri üzerinde bir buton etkisi de göstermiyor mu? Yani belirli kitlelerden belirli bir ses almak istediğinizde belirli kelimeleri kullanmanız yeterli olabiliyor. Muhalif ya da değil… Feministlerden, milliyetçilerden, liberallerden hatta uluslararası kurumlardan bile ses almaya yarayan kelimeler var. Ya konsolide etmek ya da bam teline basmak için. 
– Güzel tarif ettiniz. Evet, her kesim, her camia için var böyle kelimeler. Dünyanın her yerinde de var. Ama tabii düzenek öyle otomatik işlemiyor. Kitleleri bir butona basıp oynatmak gibi değil yani. Zamanlama, bağlam, kıvam, üslup… Bunlar önemli. O ara hangi arzulara ve tabii hangi korkulara hitap edildiği önemli.

Bu durumda Yeni Türkiye’nin dili, bu dili kullansın ya da kullanmasın aslında herkesin dili olmuyor mu? 
– Ezbere dönüştüğü oranda, öyle oluyor. Konuşmayı, karşılıklı konuşabilmeyi bitiren bir dil kurulmuş oluyor böylece. Çünkü, kelimeler tamamen sloganlaşıyor o zaman. Sloganın kelime anlamı, savaş narası demektir. Bunun bir cephesi de, bu kelimeleri, -bazılarını, en azından-, gönül rahatlığıyla kullananlarla kullanmayanlar ya da kullanamayanlar arasına kalın bir perdenin gerilmesi… Yine, konuşmayı bitiren bir dilin kurulması demektir bu. Halkın, toplumun, milletin bir kısmıyla konuşmayı kesen bir dil.

Hegemonya başlığının finalinde, iktidardan bağımsız kendi sözümüzü kurmaktan bahsediyorsunuz. Bu nasıl mümkün olabilir? Ya da kendi sözünü kurmayı başarmış kurumlar, kişiler, gruplar var mı size göre?
– Kendi sözünü kurmanın, ‘kolay’ yolu, gettolaşarak olabilir. Jargona kapanırsınız. Ama o zaman ‘herkese’, umuma konuşamıyor olursunuz. Zorluk, hem kendi meramınızı salimen ifade ettiğiniz, farklı, hem de kamusal bir dil kurabilmek. Elbette, kurgulayarak değil tecrübeyle olacak bir şey. İlişki içinde. Konuşarak. İnsanlarla konuşarak. Temas içinde, alış veriş içinde müşterek dil bularak. Politikanın esası bu değil mi?

Kitaptaki kelimelerin hiçbiri son 15 yıl içinde icat edilmiş değil. Ama size göre hepsi Yeni Türkiye’nin kelimeleri. Kelimelerin yapı bozuma uğraması, içeriklerinin değişmesi ne kadar sürer? Örneğin referandum öncesinde, ‘hayırlı olsun’un anlamı kısa bir süreliğine değişmişti. 
– Az evvel de değinmiştim ya, birçoğunun evveliyatı var. Birçoğu, konjonktüre bağlı olarak farklı ağırlıklar veya imalar kazanabiliyorlar. ‘Hayırlı olsun’, mesela öyle, evet. Ayrıca politik-ideolojik manalarından öte, gayet gündelik bir dolaşımı var. Bazı laflar öyle. Kelimeler, özellikle bu çağda, sosyal medyasıyla, reklamlarıyla, dört bir yandan yağan laf sağanağıyla, çok daha çabuk değişip dönüşebiliyorlar. Ama bu kitapta ele aldığım bazısının da gayet sabit ve sağlam bir geleneği var. ‘Benim esnafım’ gibi… Her zaman tıpatıp bugünkü tınıyı taşımıyordu belki, ama en azından Demirel’e kadar giden, süreklilik arz eden bir geleneğe de oturuyor.

Kitaptaki seçkiye bakınca, bu yeni dil hep bir öteki yaratıyor gibi. Merhamet derken bile birileri hep dışında kalıyor. 
– Doğru, ötekileştiriyor. Öncelikle husumeti yeniden üreten bir dil. Hamasi bir dil; her sözü, destan makamında söylüyor. Tebliğ eden bir dil. Az evvel dediğim gibi, aslında konuşmayı bitiren bir dil.

Yabancı biri Türkiye’yi bu kelimeler üzerinden tanımaya çalışsa, nasıl bir izlenim edinirdi?
– Bir boğulma, daralma hissine kapılabilirdi. Sadece içerikleri kastetmiyorum. Konjonktüre, o günlerde neye odaklanıldığına bağlı olarak, kimi gözde lâfların her vesileyle, her beyanatta, her konuşmanın içinde tekrar tekrar tekrar tekrar… tekrarlanmasından, bunun normalleşmesinden söz ediyorum.

Siyasi dili bir kenara bırakacak olursak, sokaktaki dil ile aranız nasıl? Sıklıkla kulağınıza takılan, sizin takıldığınız kelimeler var mı? 
– “Atıyorum”la dertliyim, “… için” veya “Bakımından” yerine “… adına” denmesiyle dertliyim, “Geri dönüş yapmak”la dertliyim… Huysuzlaşmamak için üzerinde durmuyor, işitip geçiyorum – huysuzlanmamak ‘adına’! Muhakkak benim de kullandığım, karşımdakini ifrit eden gözde kelimelerim vardır.

Ülkede birbirimize karşı kullandığımız dili nasıl buluyorsunuz?
– Tek kelime hakkım varsa: Hoyrat. İhtiyar bir kibarlık budalalığıyla söylemiyorum bunu. Hoyratlıkla kastettiğim sadece kabalık değil, dinlemeyen bir dille konuşuluyor olması. Gerçek anlamda dinlemeye, cevap işitmeye açık olmayan bir dil.

Feminist hareketin, toplumsal cinsiyet bakımından dilde çoook yavaş da olsa başardığı dönüşümü izliyor musunuz? TÜSİAD bile adını ‘sanayici ve iş insanları derneği’ olarak değiştirdi geçen ay.
– “Memlekette iyi şeyler de oluyor!” kadrosundan sayalım bunu! Evet, bu dediğiniz yönde gerçekten iyi adımlar atılıyor. Bir yandan şuna da dikkat etmeli bence: ‘Politik doğruculuk’ denen şey, bazen kendisi bir ezberciliğe dönüşebiliyor, sözü, meramı kilitleyen bir zaptiyeliğe dönüşebiliyor… Rezillikleri aklayan bir süs olarak da kullanılabiliyor.

Amerikalı komedyen George Carlin’in ‘Politik doğruculuk, kibarlık taklidi yapan faşizimdir’ diye çevirebileceğimiz, hayli meşhur bir sözü var. Bunun gibi bir şeyden mi bahsediyorsunuz?
– Abartmayalım, politik doğruculuğun terbiye edici, dönüştürücü etkileri olabildi, olabiliyor. Ama dedim ya, bir ezbere dönüşebiliyor, ona dikkat etmeli. Asıl, politikayı hepten bununla ikame etmeye kalkmamalı, onu söylemeye çalışıyorum.

Paylaş

Bir cevap yazın

Top